Evet senenin tam da o zamanı geliyor, markaların ilanları daha görünür, daha yüksek sesle konuşan bir tonda insanların alışveriş yapma isteklerini kamçılayarak, daha fazlasına sahip olabilmeleri için daha az bedel ödeyecekleri önerisi ile indirimden alışveriş yapmak çağrılarına başlayacaklar.
Tüketimin toplu ve bilinçli olarak arttığı (arttırıldığı) senelik takvimde epeyce yaygın ve kanıksanmış özel günler ile artık çoğumuzun artık pek düşünmeden ve çoğu zaman mağazaya gitme zahmetine bile katlanmadan kendini alışverişe kaptırdığı günler oluyor. Bir kutlama etrafında şekillenen indirimler, avantajlı ürünler, paketler derken bir de bakmışız dolaplar ve raflar dolup taşıyor ve biz düşünmüyoruz.
Çoğumuz zaman zaman sırf indirim olduğu için alışveriş yapmışızdır – kasada ödeme yaparken bile belli bir bedelin üzerinde yapılan alışveriş için sunulan fırsatlar artık sadece özel günlerle de sınırlı değil. Kanıksanmış bir avantajlar dünyasında durmadan almak ve almak. Bir süredir bir açığı kapatmak bir açlığı gidermek, mutlu hissetmek, güzel olmak, ‘like’ almak gibi birçok dürtü etrafında gelişen bir yaşam şeklini normalmiş gibi yaşamaya başladık. Peki ne zamandır ve ne oldu da bu mekanizma bu kadar yaygınlaştı?
Değer ve maliyet kavramları üzerinde biraz düşünmemiz gerekecek.
Ayrıca birçoğumuzun sandığı gibi giydiklerimizin fiyatı son 20 yıl içinde artmadı ve hatta aksine düştü. Peki neler oldu nasıl oldu dediğinizi duyuyorum.
Bu dönemde doğal kaynaklardan elde edilen hammaddelerin yerine düşük maliyet ve tüketim artışı (buna büyüme demeye dilim varmıyor) endekslerinde petrol türevi olan hammaddelerin giysilerde yaygın kullanımı başladı. Modanın demokratikleştirilmesi adına daha fazlayı daha az maliyet ile üretmenin yolları arandı. Hammaddelerin dışında ürünlerin nerede üretileceği de önemli idi ve lokal üretim opsiyonları yerine günümüzde küresel güney olarak anılan gelişmekten olan ülkelerdeki iş gücü maliyetlerinin cazibesine kapılan markalar üretimleri için gözden ve gönülden uzak ülkeleri seçmeye başladılar.
Etiket fiyatı kullan-at zihniyeti ile belirlenen ürünlere ulaşmak daha kolay olmaya başladı ve varil, varil petrolü giymeye başladık. (Giysilerimizin içinde neler olduğunu çok da umursamadan, etiketlerini okuma zahmetine katlanmadan) Üretimde çalışan ve uzak ülkelerde yaşayan insanların sosyal haklarını gözetmek ancak bir derece mümkün olacaktı derken zaten 2013 yılında yaşanan Rana Plaza felaketinde tekstil üretim binalarının göçükleri altında 1134 kişinin yaşamını yitirmesi ile maliyet düşürme hevesinin hangi aşamada olduğunu görmüş olduk.
Son 10 sene içinde sürdürülebilirliğin gündeme gelmesi ile sektörde yeni bir alan açılmış oldu – yeni nesil tüketicinin sorgulamaları, sahip olmayı illa da satın almak olarak değerlendirmeyen davranışları, zararlı madde içeren ürünlere gösterilen tepkiler, sosyal medyada da viral olarak yayılan olumsuz sosyal etki haberleri, atıkların gözler önüne serilmesi markaların sürdürülebilir tüketim çalışmalarına yönelmesine neden oldu.
Greenpeace in Moda Detoksu kampanyasının üzerinden geçen 10 yıl içinde birçok marka sorgulanmaya ve kendini sorgulamaya da başladı. Greenpeace in geçen hafta yayınladığı raporunda ise henüz sektörün hedeflerin çok gerisinde olduğunu ve markaların net sıfır karbon emisyonu söylemlerinin gerçekçi olmadığını belirtiyor ve moda sektörüne yaptırımların getirilmesini öneriyor.
Senede üretilen 150 milyar giysinin %30 u satışa bile girmiyor.
E ticaret 360 milyar usd hacminde ve satılanların %40 ı iade ediliyor ve bu istatistikleri çeşitlendirmek ne yazık ki mümkün.
Her sene okyanuslara karışan mikro elyaf atıkları 50 milyar plastik şişeye denk geliyor ve eğer gerekli önlemler alınmaz ise bu istatistiklerin çok daha şaşıracağımız noktalara gideceği kaçınılmaz olacak. 2014 itibari ile büyük markalar tüketimi azaltmak ve döngüsel moda sistemine geçiş yapmak üzere sözler verdikleri halde bugün tekstilden tekstile geri dönüşümün
çok kısıtlı kaldığını görüyoruz.
Hiç kimsenin kendi arka bahçesinde istemediği atık giysiler ya Ghana da ya da Atakama çölünde toprağa veya denize karışıyor ya da az olsa bir kısmı tekrar gelişmekte olan ülkelerde 2. el olarak satışa sunuluyor. Türkiye de Avrupa Birliğinin atıklarının yeni adreslerinden birisi olmuş durumda. Atıkların çoğu bağış olarak yola çıkıyor ama aslında tüketim fazlasının atık haline gelmiş ve modanın gözünün görmek istemediği kısmı olarak dünyanın başka bir yerinde karşımıza çıkıyor ve hem çevre hem de insan sağlığını tehdit ediyor.
Fazladan tükettiğimiz her an bu sisteme dahil oluyoruz ve olan bitenden, doğadan, iklim değişikliğinden, geleceğimizi olumsuz etkilemekten bağımsız oluğumuz sanısı ile yine tüketimin arttırılması için gündeme gelen süslü özel tüketim günlerinin uyuşturucu etkisi ile sorumluluktan uzak gereksiz tüketimin yaygınlaşmasına dahil oluyoruz. Moda kişinin kendisini deneyimlediği, özgürce ifade ettiği, renklendirdiği, çeşitlendirdiği harika bir alan ancak bu alanda özgün kalmak, yaratıcılığımızı kullanmak, sorumluluk almak ve tüm yaşam şeklimizin ve yaşama hallerimizin güncel sosyal, ekonomik ve çevre sorunları ile bağlantısını görebilmek için o satın al tuşuna basmadan, o kazağı kasaya götürmeden bir nefes beklemek gerekiyor. Bu ürünün gerçek bedelini biliyor muyum diye o nefesi almak ve bu satın alma seçimin ile neye etkilediğimi biliyor muyum diyerek o nefesi vermek….değişimin başlaması için gereken ilk adım.
コメント